HEDEFLERE YÜRÜMEDE ZORUNLU GÖÇ: HİCRET

Bismillahirrahmanirrahim.

Değerli okuyucularım, 2020 yılının 2. yarısını yaşamaya başladık. Hem Dünyada hem de ülkemizde yoğun gündem Corona Virüsünün (Covid-19) önlenemeyen yayılışı. Yaz gelip havalar ısındığında kurtulacağımızı düşündüğümüz bu Virüs, tam tersine hızla yayılmaya ve insanlığın hayatını tehdit etmeye devam ediyor. Bu Virüsten kurtulma hususunda Rabbimiz yardımcımız olsun inşallah. Amin.

Bizler önümüze zorunlu veya kasıtlı olarak konulan gündemlerin peşinde koşup giderken esas gündemlerimizi gözden kaçırıyor veya tamamen hayatımızdan çıkarıyoruz. Hedefsiz, amaçsız, görev ve sorumluluklarının bilincinde olmadan yaşayan insan toplulukları haline geliyoruz. Yanlış anlamalara meydan vermemek için sadece bir örnek verelim. Bugün insan hareketliliğinin en yoğun olduğu yerlerde sadece yarım saat veya bir saat gözlem yapalım, insanların ellerindeki materyallere bakalım ve insanların nelerle meşgul olduklarına bakalım hemen konuyu çözeriz. İnsanların (özelliklede gençlerimizin) 3 materyali ve hedefi var. Cüzdan, cep telefonu ve sigara (maalesef).

Bu yapay (suni) gündemlerin yanında Rabbimizin de önümüze koyduğu gündemler var. Bunlardan biriside hemen önümüzde, 20 Ağustos 2020 Perşembe günü başlayan yeni Hicri Yılımız, yani 1 Muharrem 1442.

HİCRİ TAKVİM NEDEN ÖNEMLİ?

Hicri Takvimin önemini kavrayabilmek için, öncelikle Hicreti bilmek ve kavramak gerekir. Bizde bu yazımızı bu konuya tahsis etmek istedik. İnşallah faydalı olabiliriz.

HİCRET NEDİR, NE ZAMAN VE NASIL GERÇEKLEŞMİŞTİR?

Hicret, sözlük (yani kelime) anlamı olarak, terk etmek, ayrılmak, bir yerden bir yere gitmek gibi manalara gelir. Bunlar en dar anlamlarıdır Hicretin. Bizim anladığımız ve bilmemiz gereken Hicret ise, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) yakın arkadaşlarıyla birlikte, doğup büyüdüğü ve ilahi vazifeyle (Peygamberlik vazifesi) görevlendirildiği, Kabe ve diğer kutsal mekanlara ev sahipliği yapan Mekke’ den, yani anavatanından, kendilerine kucak açan ve her hususta yardım edeceklerine dair söz veren insanların bulunduğu Yesrib’ e (hicretten sonra adı Medine olmuştur) göç etmesidir.

Bu yolculuk ve zorunlu göç, sıradan bir yolculuk ve göç değildir. Öyle olmadığı için adı HİCRET olmuştur. Bu kutsal yolculuk ve göç, bizzat Allah’ın cc. emri ve izniyle (yani Vahiyle) başlamış, devam etmiş ve sonuçlanmıştır. Etkileri yaklaşık 15 asırdır devam etmekte ve hayatlarımıza yön vermektedir. Asırlardır bu Hicretten farklı dersler çıkarmakta, tüm insanlığın (özelde de Müslümanların),Dünyanın değişik yerlerinde yaşadıkları acı, ıstırap ve zulümlere baktığımızda, bu Hicretin önemini tekrar tekrar kavrıyor, yeni – yeni dersler çıkarıyor ve Hicreti daha iyi anlamaya çalışıyoruz.

BU ASIRDA HİCRETİ NASIL ANLAMALI VE HANGİ DERSLERİ ÇIKARMALIYIZ?

Hicreti anlayabilmemiz için, öncelikle Hicretin öncesine ve Hicrete sebep olan olaylara bakmamız gerekir. Sonra Hicretin gerçekleşme anına,daha sonrada Hicretin sonuçlarına bakmamız gerekir. Bu evreleri iyi anlayamaz ve bütüncül bir gözle değerlendiremezsek, Hicreti tam manasıyla anlayamaz ve 1442 sene önce gerçekleşmiş bir yolculuk olarak kalır gider hafızalarımızda.

Öncelikle Hicret’in bu önemli 3 evresini anlamaya çalışalım ve 4. evre olarak da günümüze yansımalarına bakalım inşallah.    

HİCRETİN EVRELERİ NELERDİR VE BU EVRELERDE NELER YAŞANMIŞTIR?

Hicretin 3 evresi vardır ve her evresinde de günümüze ışık tutacak harikulade (olağanüstü, mucizevi) olaylar yaşanmıştır. Bu evreler ve olaylar ancak iman, teslimiyet ve tevekkülle anlaşılabilir. Yani öncelikle Hicrete bakış açımız düzgün ve art niyetsiz olmalıdır. İmani bir pencereden olaylara bakabilmeli ve iyi niyetli olunmalıdır.

HİCRETİN EVRELERİ ŞUNLARDIR

  1. Hicret Öncesi,
  2. Hicret Anı (yani yolculuk),
  3. Hicret Sonrası

1. HİCRET ÖNCESİ VE HİCRETİ ZORUNLU KILAN SEBEPLER.

Peygamber Efendimiz (sav), Miladi 610 yılında henüz 40 yaşına yeni girmişken, Mekke yakınlarındaki HİRA mağarasında inziva (dış dünya ile ilgisini biraz keserek, insanın kendi içine kapanması) misafirliği devam ederken İlk Vahye muhatap olmuş ve Peygamberlik görevi başlamıştı.

Bu ilk şoku değerli eşi Hz. Hatice annemiz ve onun akrabası olan zamanın bilge rahibi Varaka bin. Nevfel’ in maddi – manevi destekleriyle (bilgi ve nasihatlarıyla) atlatmaya çalışan Peygamber Efendimiz (sav), Peygamberlik gibi ağır bir görevle görevlendirildiğinin farkına varmış ve vazifesine Vahyin çizdiği çerçevede ilk önce akrabalarını uyararak başlamıştır. 

Her yeni olana gösterilen tepki, Peygamber Efendimiz’ in (sav) getirdiği yeni mesajlara da gösterilmiş ve Kabe’nin ev sahipliğini yapan Mekke’nin gündemi haline gelmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav), yeni ve ağır Peygamberlik görevini, kendisinegizliden gizliye inanan bir avuç Müslümanla (genellikle yakınları, fakir ve köleler) yerine getirmeye çalışırken, Mekke’nin ileri gelen zengin ve güç sahibi kişilerinden olumsuz tepkiler almış, dışlanmış, suçlanmış ve ötekileştirilmeye çalışılmıştır.

Müslüman olanların sayıları arttıkça, iktidarlarının ellerinden kayıp gideceğini düşünen, bu güç sahibi muktedirler, artan kin ve nefretleriyle daha da çirkefleşmişler, başta gariban Müslümanlar olmak üzere,Peygamber Efendimiz (sav) ve O’na inananlara eziyet etmeye, akla hayale gelmez işkenceler etmeye başlamışlar ve hatta dinlerinden dönmeyen bazı Müslümanları öldürmüşlerdir (Şehit etmişlerdir).

Mekke’ de artan bu zulüm ve işkencelere dayanamayan Müslümanlar, Hicret etmek için Peygamber Efendimiz’ den (sav) izin istemişler ve Peygamber Efendimiz’ in (sav) izin vermesi ve yönlendirmesiyle, Miladi 614 ve 615. yıllarda (Peygamberliğin 5 ve 6. yıllarında) olmak üzere birincisi 15, ikincisi ise 75 kişiden oluşan, 2 kafile halinde Habeşistan’ a (bu günkü Etiyopya) Hicret etmişlerdir.

NEDEN HABEŞİSTAN ve NEDEN PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV) BU HİCRETE KATILMAMIŞTIR?

Bu ilk Hicretler neden Habeşistan’a yapılmıştır? sorusunun cevabı bizzat Peygamber Efendimiz’ in (sav) şu veciz sözünde gizlidir.

“Şayet isterseniz Habeşistan’a sığının. Zira orada ülkesinde hiç kimseye zulmedilmeyen bir hükümdar vardır. Orası bir doğruluk ve hakikat ülkesidir. Allah kolaylık verene kadar sizler orada kalın”.(İbnİshâk, Sîretüİbnİshâk, (thk. Muhammed Hamidullah), Konya, 1981, s. 154.

Bu sözden de anlıyoruz ki, Hicret edilecek yerlerin öncelikle insanlara zulmedilmeyen, yani insan hak ve hürriyetlerine saygı duyulan, doğruluk ve hakikatin hüküm sürdüğü yerler olması gerekir ki, ilk Müslümanlarda onun için adil ve dindarbir Kral (o dönemde iyi bir Hıristiyan) olan Necaşi’ ninülkesine Habeşistan’a (Etiyopya) hicret etmişlerdir. 

Bu yaşananlardan bu günde çok büyük dersler çıkarmamız gerekir. Şöyle ki, bu gün Dünyanın değişik yerlerinde eza ve cefa çeken, zulme uğrayan, yerinden yurdundan edilen Müslümanlar çoğunlukla Hıristiyan ülkelere Hicret etmekte ve adaleti oralarda aramaktadır. Sadece bu olay bile bize Müslüman ülkelerin ve onların yöneticilerinin ne halde olduklarını göstermeye yetmektedir. Acı ama maalesef gerçek budur. Bu da Peygamber Efendimiz (sav) ve O’ nun Hicretini ne kadar anladığımızı (veya anlamadığımızı) gözler önüne sermektedir.

Habeşistan Hicretlerine Peygamber Efendimiz (sav) Neden Katılmamıştır?sorusuna gelince. Bu sorunun birçok yönden sebepleri ve cevapları vardır.Şöyle ki;

Peygamber Efendimiz (sav) bir insan olmanın yanında aynı zamanda bir Peygamberdir ve Peygamberler, özellikle ilahi görevleriyle alakalı olarak kendi başlarına hareket edemezler, Vahiyle (yani Allah’tan cc. gelen haber) hareket ederler. Bundan dolayıdır ki, Habeşistan Hicretlerinin yapıldığı dönemlerde henüz Peygamber Efendimiz’ e (sav) Hicret izni gelmemişti.Görev mahallinde (yani Mekke’ de) kalması ve vazifesine her şartta orada devam etmesi gerekiyordu.

Peygamber Efendimiz (sav) sıradan biri gibi Hicret edemezdi. O’ nun Hicreti daha planlı –proğramlı, daha güvenli ve daha stratejik bir noktaya olmalıydı. Çünkü,Peygamber Efendimiz’ in (sav) Peygamberlik görev ve sorumlulukları Hicret edeceği yerde de devam edeceğinden, gideceği yerin az da olsa önceden hazırlanmış, altyapısı oluşturulmuş daha güvenli bir yer, Mekke ve Kabe merkezli bir Din İnşaa edileceğinden buralara yakın stratejik bir nokta olmalıydı.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı Peygamber Efendimiz (sav) Habeşistan Hicretlerine katılmamış, sadece maddi-manevi organizasyonlarını gerçekleştirmiştir.

Bu hicretlerden rahatsız olan Mekke’nin müşrik ve putperest muktedirleri (iktidarı ellerinde bulunduranlar), Mekke’ de kalan Müslümanlar ve özellikle de Peygamber Efendimiz (sav) üzerinde ki baskı ve zulümlerini gün geçtikçe daha da artırıyorlardı. Bunlara aldırmayan Peygamber Efendimiz’ de (sav) tebliğ ve temsil vazifesinin dozajını artırıyor, Mekke’nin dışındaki kabilelere gidiyor İslam’ı anlatıyor ve ticaret, panayırlar ve Hac ibadeti gibi çeşitli sebeplerle Mekke’ye gelen kabileler ve özellikle Reisleriyle görüşüyor, İslam’ı ve Peygamberliğini tebliğ ediyordu.

Bu ziyaretlerin bazıları olumlu sonuçlar veriyor bazıları ise üzücü (Taif yolculuğu gibi) sonuçlanıyordu. Ama Peygamber Efendimiz (sav) yılmıyor, ümitsizliğe kapılmıyor ve bitmez tükenmez azmiyle yoluna devam ediyordu. Bu görüşmelerden elde edilen en önemli ve olumlu sonuç, Medine’ den (Yesrib) gelen ve Akabe denilen yerde iki yıl peş peşe yapılan görüşmeler sonucunda Müslüman olanEvs ve Hazreç kabile mensuplarından alınmıştı.Bu Müslümanlar temel dini konularda Peygamber Efendimiz’ e (sav) sözler veriyorlar ve hatta Medine’ ye Hicret etmesi durumunda kendisini canları pahasına koruyacaklarına, bütün ihtiyaçlarını karşılayıp İslam’ı Tebliğ hususunda yardımcı ve destek olacaklarına dair BİAT ediyorlardı (bağlılık sözü ve yemini). Miladi 620 ve 621. yıllarda gerçekleşen bu görüşmelereİslam Tarihinde AKABE BİATLARI denilmektedir.

Bu görüşmeler ve yapılan anlaşmalara göre Peygamber Efendimiz (sav) Mekke’ deki Müslümanları Medine’ ye Hicrete teşvik etmiş ve adeta BÜYÜK HİCTETİN kilometre taşlarını döşemiştir. Hem Medine’ li Müslümanlar (Ensar) hem de Mekke’ den Hicret eden Müslümanlar (Muhacirler) sayesinde Medine’ de zemin oluşmuş, Yahudi inanış ağırlıklı Medine’ de nüfus ve nüfuz (etkin güç) dengesi kurulmuş ve Medine güvenli bir yer olarak iki cihan serverimiz (önderimiz) Peygamber Efendimiz’i (sav) beklemeye başlamıştır.

Bu verdiğimiz bilgiler de göstermektedir ki, Peygamber Efendimiz (sav) bir Peygamber olmanın yanında aynı zamanda iyi bir sıtratejist ve mükemmel bir liderdir.

2. HİCRET YOLCULUĞU

Hicret Yolculuğu Nasıl Gerçekleşmiş ve Ne Gibi Olaylar Yaşanmıştır?

Mekke’ li müşrik ve zalim muktedirler, Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi güçlü Müslümanların da içlerinde bulunduğu Müslümanların Medine’ye Hicretlerden son derece rahatsız olmuşlar, zalim iktidarlarının ve menfaatlerinin (sonucunda da Mekke ve Kabe’nin) ellerinden kayıp gideceğini sezdiklerinden Meclis Üyelerini acil koduyla Mecliste (Daru-n Nedve) toplantıya çağırmışlar ve ne yapacaklarına karar vermek istemişlerdir.

Uzun ve şiddetli tartışmalardan sonra, her Müşrik kabileden 1 gencin katılımıyla oluşacak İNFAZ TİMİ kurmaya ve bu timin geceleyin Peygamber Efendimiz’ i (sav) evine baskın yaparak öldürmesine karar vermişlerdir. Bu kurnazca kararlarıyla hem sorunun başı olarak gördükleri Hz. Muhammed’ den (sav) kurtulacaklar hem de her kabile işin içinde olduğu için kimse sorumlu olmayacak veya hepside sorumlu olacak, Peygamber Efendimizin (sav) kabilesi olan Haşimoğulları bütün kabileleri karşısına alamayacağı için Mekke’de savaş olmayacak zalim ve müşrik muktedirlerin saltanatı sürmeye devam edecekti.

Ama hesap edemedikleri bir mesele vardı. Oda Hz. Allah (cc) ve O yaratıcının başta Peygamberi olmak üzere inananlara vaat ettiği yardımı idi.

Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerin bu teşebbüsü şu şekilde dile getirilir:

‘Hani kafirler seni tutuklamak veya öldürmek, ya da (Mekke’den) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.’(Enfal Suresi 30. ayet)

Peygamber Efendimiz (sav), Vahiy Meleği Cebrail (as) tarafından Mekkeli müşriklerin kurduğu tuzaktan haberdar edilip Hicret iznini alınca doğruca arkadaşı ve can yoldaşı Hz. Ebu Bekir’e gitti, Hicret müjdesini verdi ve hazırlanmasını istedi. Hz. Ebu Bekir önceden hazırladığı 2 devesini kendilerine yol rehberliği yapacak olan Abdullah b. Uraykıt’ a teslim etti ve 3 gün sonra Sevr Mağarasına gelmesini söyledi.

Peygamber Efendimiz’ de (sav), elindeki emanetleri sahiplerine teslim ettikten bir süre sonra yola çıkıp Medine’ye gelmesini söylediği yeğeni Hz. Ali’yi kendi yatağına yatırarak ve Yasin Suresinin,

Biz onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.’ buyurulan 9. Ayetini okuyarak, evin etrafını çevreleyen SÜİKAST TİMİ’nin içinden geçti ve Hz. Ebu Bekir’le buluşup Sevr’e doğru yola çıktılar.  

İNFAZ TİMİ sabaha yakın hala Peygamber Efendimiz’in (sav) evden çıkmadığını görünce şüphelenip eve girdiler ve evde yatan kişinin Hz. Ali olduğunu görünce şok geçirdiler. Hemen Meclis mensuplarını haberdar ettiler ve kurdukları tuzağın boşa gittiğini gören muktedirler yeni bir karar alarak, Peygamber Efendimiz’ i (sav) arama faaliyeti başlattılar ve ölü veya diri yakalayana 100 kızıl deve (günümüze bakan yönüyle en az  100 tane son model Mersedes araba gibi bir şey) ödül vereceklerini vadettiler. Bu ödülü haber alan çöl avcıları ve iz sürücüleri, Kutlu Yolculuğun Kutlu Yolcularını aramaya başladılar. Her yere, her yola ve her taşın altına bakıyorlar ama bulamıyorlardı. Sanki yer yarılmışta içine girmişlerdi. Mekke kaynayan bir kazana dönmüş, muktedir olduklarını zanneden zavallılar (!) birbirlerini suçluyor ve Hz. Muhammed’i (sav) ellerinden nasıl kaçırdıklarının hesabını birbirlerine sormaya ve günah keçisi bulmaya çalışıyorlardı.

Peygamber Efendimiz (sav) ve kutlu yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir (ra) planladıkları gibi Sevr Mağarasında dinleniyor ortalığın biraz durulmasını bekliyorlardı. Hz. Ebu Bekir’in çobanı sürüsünü mağara civarında otlatıyor, hem mevcut ayak izlerinin kaybolmasını sağlıyor hem de koyunlardan sağdığı sütü Kutlu Yolculara ikram ederek onların ihtiyacını gideriyordu. Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah Mekke de olup bitenlerden haberdar ediyor, kızı Esma ise mağaraya gizlice yemek getiriyordu. Yani plan olması gerektiği gibi işliyordu.

Medine güzergahında aradığını bulamayan Müşrikler, bu defa her yöne bakıyor ve bunlardan bir gurup Sevr Mağarasının önüne kadar geliyor fakat Allah’ın (cc) izni ve keremiyle gerçekleşen, örümcek ağı ve güvercin yuvası mucizelerine takılarak mağaraya bakmaktan vazgeçiyorlar, Peygamberimizde bu durumda çok tedirgin olan Hz. Ebu Bekir’e “Üzülme, çünkü Allah bizimle berâber”(Tevbe Suresi 40.ayet) buyurarak sakinleştiriyordu.

Sevr Mağarası’nda geçen 3 günden sonra anlaştıkları gibi çölde yol rehberi olacak olan  Abdullah b. Uraykıt develeri getiriyor KUTLU ve ZOR (Hicret) yolculuğu, 1 Rebîülevvel / 13 Eylül 622 de başlıyordu.

Bu Kutlu Hicret yolculuğunda birçok mucize gerçekleşiyordu. Bunlardan biri de iz sürücülükte uzman olan Süraka’ dır. 100 kızıl deveye sahip olmak isteyen Sürakauzmanlığını da kullanarak bu Kutlu Yolcuları görüyor ve yakalamak veya öldürmek niyetiyle yaptığı 3 hamlede atının ayaklarının kuma gömülmesiyle sonuçsuz kalınca, bu yolcuların sıradan birileri olmadığını anlayarak af diliyor, geri dönüyor ve söz verdiği üzere o tarafa giden iz sürücüleri ‘ben oralara baktım kimse yok’ diyerek geri çeviriyordu.

Hicret yolunun Kutlu Misafirleri 8 günlük bir yolculuktan sonra Medine yakınlarındaki Küba Köyü’ ne ulaştılar. Burada hem biraz dinlenmek hem de geriden gelen Hz. Ali ve diğer muhacirleri beklemek için birkaç gün kaldılar. Bu süre içinde boş durmayan Peygamber Efendimiz (sav), arkadaşları ve Küba Köyünün Müslümanları ile birlikte bir Mescidinşaa ettiler. Bu ilk Mescid Kur’an’da şu şekilde övülmüştür.

‘… İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.’ (Tevbe Suresi 108. ayet)

Peygamber Efendimiz (sav), yanındaki muhacirlerle birlikte 12 Rabîülevvel 1 (24 Eylül 622) Cuma günü Medine’ye (Yesrib) doğru yola çıktı.Ranuna Vadisine geldiklerinde Peygamber Efendimiz (sav) Cuma Hutbesi okuyarak Cuma Namazı kıldırdı. Böylece Cuma Günü Müslümanların mübarek günü oldu.

Medineliler muhteşem bir törenle,TalealBedru Aleyna (Üzerimize bir güneş doğdu) diyerek, gelen Kutlu Yolcuları karşıladılar ve şehre güvenle girmelerini sağladılar. Kendisini misafir etmek isteyenleri üzmemek için  Peygamber Efendimiz (sav), devesinin çöktüğü yerin en yakınındaki eve,Eyyüp el- Ensari’ nin evinin alt katına yerleşiyordu.

Böylece Peygamber Efendimiz (sav) ve arkadaşlarının zorlu Hicret Yolculuğu selametle sonuçlanıyor ve bundan sonraki zor görevleri başlıyordu.

3. HİCRET SONRASI.

Hicret Sonrasında Neler Oldu ve Amaçlara Ulaşıldı mı?

Hicret yolculuğu sağ – salim tamamlandıktan ve Medine’ ye yerleşildikten sonra hiç zaman kaybedilmeden diğer işlere girişildi. Şöyleki;

  • öncelikle Muhacir (Hicret edenler) ve Ensar (Medineli Müslümanlar) arasında bir kardeşlik anlaşması yapıldı. Medineli yerleşik Müslümanlar, sahip oldukları her şeylerini Muhacirlerle paylaşmaya söz verdiler ve bu sözlerini tuttular.
  • Yahudilerinde kışkırtmasıyla, 120 yıldır aralarında savaş devam eden amca oğullarıEvs ve Hazreç kabileleri arasındaki düşmanlık ve savaş sona erdi.
  • Peygamber Mescidi olarak bilinen Mescidi Nebevi ve yanına Peygamberimiz (sav) ve eşleri için odalar (Lojman) inşaa edildi.
  • Peygamber Efendimiz (sav) ve Medineli Yahudiler arasında bir barış anlaşması imzalandı (Medine Musalahası) ve Medine barış ve güven şehri oldu. Bu anlaşma yaklaşık 5 yıl sürdü. Miladi 626 yılında Mekkeli müşriklerle yapılan Hendek Savaşında, Medineli Yahudiler bu anlaşmanın bazı maddelerini ihlal ettikleri (bozdukları) için anlaşma bozuldu ve Yahudiler Medine’ den çıkartıldı.
  • Medine artık İslam Devletinin yönetim merkezi haline geldi.
  • Mekke’ de Farz olmayan bazı dini göreveler Müslümanlar üzerine Farz oldu. Oruç, Zekat ve Hac gibi.
  • Müşriklerle savaşa izin veren ayetler indi ve bazı savaşlar yapıldı. Sonunda Mekke’de fethedildi.
  • Ve Peygamber Efendimiz (sav) hayatında ki ilk ve tek Haccı olan Veda Haccını Medine’ den yola çıkarak yaptı ve Medine’ ye geri dönerek Miladi 8 Haziran 632 de Medine’ de vefat etti. Kabri Medine Mescidinin bir köşesinde Ravza-i Mutahhara olarak bilinen yerdedir.

Adı Yesrib olan şehir Peygamber Efendimiz’in (sav) hicretiyle şereflenmiş ve Medine adını almıştır. Nasıl Mekke ve civarı Hz. İbrahim’in (as) duasıyla bereketlendiyse, Medine’ de Peygamber Efendimiz’in (sav) duasını alarak bereketlenmiştir.

Allah (cc), öncelikle Peygamber Efendimiz’ den (sav), hicret eden Muhacir’ lerden ve onlara yardım eden Ensar’dan ebeden razı olsun. Bizlere de Hicreti ve Muhacir’ leri anlama ve yardım etme gayreti versin inşallah. 

ALLAH’A (CC) EMANET OLUNUZ…

Not: 1. Ayet mealleri D.İ.B. yayınlarından alınmıştır.

2. Hicretin günümüze bakan yönü ve çıkartmamız gereken dersler konusunu bir sonraki yazımızda işleyeceğiz inşallah.

You may also like...

1 Response

  1. 25 Ağustos 2020

    […] okuyucularım, bir önceki yazımızda 1442. yılında Hicreti incelemeye çalışmıştık. Hicretin ne olduğu, önemi, niçin Hicret edilmek zorunda […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir