KERBELA VE MATEM.
Kerbela olayı nedir? Kerbela’ da neler yaşanmıştır? Neden Kerbela Matemdir?
Yazar, Abdürrahim hoca.
‘’Allah’ım! sen biliyorsun ki; bizim kıyamımız, saltanat ve dünyanın kıymetsiz mallarından bir şeye ulaşmak için değildir. Senin dinini öğretmek, yolunda gitmeyen şeyleri düzeltmek, mazlum kullarına emniyet ve güvence kazandırmak, dininin hükümleri ve Peygamber’inin Sünnetlerine uygun amel edilmesini sağlamak içindir.’’ Hz. Hüseyin ( r a )
Hz.Ali bir gün huzura vardığında Peygamber Efendimiz’ i ağlarken gördü.
‘’Ey Allah’ın Resulü’ seni ağlatan nedir?’’ diye sordu.
Efendimiz (s a v ) gözyaşlarıyla, ’’ Az önce Cebrail yanımdaydı. Hüseyin’in Fırat kenarında şehit edileceği haberini verdi.’’ deyip derinden bir iç çekti ve Hz. Ali (r a ) ile beraber ağlamaya başladılar.
KERBELA idi burası.
Hz. Hüseyin dedesinin ebedi aleme göç etmesinden elli yıl sonra kendi ayağıyla kaderini yaşayacağı bu topraklara gelmişti. Kuşatma altına alındıkları yerin Kerbela olduğunu anlayınca ‘’ Zatü kerbin ve belain’’ ( üzüntülü ve kederli yer ) diyordu Kerbela için.
Hur bin Yezid, kuşattığı Hz.Hüseyin ve taraftarının yanında. Öğlen namazı vaktiydi. Hz.Hüseyin taraftarlarına imam olup namaz kıldırmaya hazırlanıyordu, Yezid’e dönerek
’’namazı bizimle mi kılmak istersin, yoksa adamlarınla mı?
’’ O’da sana tabi olup namazımızı kılarız’’ diyordu.
Hz.Hüseyin hak arayışına çıkmıştı. Karşısındakiler (arkasında cemaat olup namaz kılanlar ), Muaviye’nin oğlu Yezid’in, hakkı olmayan bir makamda zulüm ile, korku ve baskı ile oturmasını sağlamak için gelmişlerdi. Ama iki taraf da aynı Allah’a inanıyor, aynı dinin mensupları ve aynı kıbleye dönüp namaz kılıyorlardı. Sonra da Allah’ın huzuruna varmak için arkasında durdukları, tüm Müslüman’ ların hakkını aramak için çıkıp gelen İmam’ı, saflarına çekilip kanını akıtmak isteyeceklerdi. Tarihte böyle bir fitne, böyle bir trajedi belki de ilk kez yaşanıyordu. Namazdan sonra Hz Hüseyin oradakilere bir konuşma yaptı ve şunları söyledi;
‘’ Ben göndermiş olduğunuz mektuplar ve gelen elçilerinizin daveti üzerine buraya geldim. Şimdi karşıma geçip Muaviye oğlu Yezid’e biat etmemi istiyorsunuz. Şunu iyi bilin ki; biz Ehl-i Beyt-i Mustafa’yız. Şu anda sizi yönetenlerden de hilafete daha layığız. Ancak biz bu makama zulmetmek ve haksızlık etmek için talip değiliz. Maksadımın bu olduğunu bildiğiniz halde beni çağırdınız. Şimdi ne oldu da karşımda duruyorsunuz. Yezid’ in kılıcından mı korktunuz. Evet, Yezid’ in zulüm ve şiddetinden korktuk diyorsanız bırakın istediğim yere gideyim.’’
Bu sözler karşısında hiç kimseden ses çıkmadı. Hatta Vali Ubeydullah’ın emriyle kuşatmayı yapan Hur bin Yezid, ‘’ben durumun böyle olduğunu mektup ve elçiyle davet edildiğinizi bilmiyordum. Ama ben Vali Ubeydullah’a sizi teslim etmekle görevliyim, seni serbest bırakamam’’ diyordu.
Hz. Hüseyin’in ‘’Ubeydullah’a teslim olmaktansa ölümü tercih ederim’’ sözü karşısında Hur bin Yezid, Hz. Hüseyin için ‘’adam oğlu adam ‘’ demekten kendini alamamıştı.
İkindi namazını yine beraber kıldıktan sonra ikinci konuşmasını yapıyordu İmam Hüseyin;
‘’Ey İnsanlar’ Ben Ali’nin oğlu Hüseyin’im. Ben Allah Resulü’ nün kızı Fatıma’nın oğluyum. Ben Allah Resulü’ nün torunuyum. Onun (s a v ) şöyle buyurduğunu işittim ve size bildirmek isterim.’’ Kim zalim bir sultanın haramı helal saydığını, Allah ile arsındaki ahdi bozduğunu, sünnetime aykırı olarak halka düşmanca davrandığını, zulmettiğini ve günah işlediğini görür de onu gücü veya sözleriyle düzeltmeye çalışmazsa, Allah o hükümdarı attığı Cehennem’ e onu da atar. Ben bu emir gereği buraya geldim. Ne dünyalık arzum ve ne de makam sevdam var. Tek arzum Muhammed ümmetine doğru yolu göstermektir. Şimdi bana söz verip sözlerinden cayanlar utansınlar’’ diyerek bitirdi sözlerini.
Hz.Hüseyin’in bu sözleri zulme ve zalime bir meydan okuyuştu. Bir insanın yüreği bir orduya zulme başkaldıramazdı. Ama o’nun dedesi tek başına değil bir orduya , dünyaya baş kaldırmıştı. Aman Ya Rabbi bu ne cesaretti. Hakiki imanı elde eden mümin kainata meydan okurdu. Çünkü iman hem nurdu, hem kuvvetti.
KERBELA KUŞATMA ALTINDA.
Sad bin ebi Vakkas’ ın oğlu Ömer, çok istediği Rey valiliği karşılığında ikbal hırsına yenildi ve emrindeki beş bin askerle Hz.Hüseyin’ i kuşatma da yardımcı olmak için vali Ubeydullah’ın tuzağına düştü. Bir sahabe oğlu olarak Peygamber torununu Kerbela’ da Fırat ile Hz. Hüseyin arasına beş yüz asker yerleştirerek susuz bırakmıştı. Ömer bin Sad’da, Hur bin Yezid gibi işin gerçek yüzünü bilmeden oyuna gelmiş, Peygamber torunun karşısında yer almıştı.
Hz. Hüseyin, Ömer bin Sad’a durumu anlatmış hatta bırakın Muaviye oğlu Yezid’ le yüz yüze görüşeyim demesine rağmen Vali Ubeydullah’ın kesin talimatıyla kuşatma kaldırılmadı ve görüşme isteği reddedildi.
Dünya üzerindeki en büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu topraklar, Fırat kenarı, şimdi Peygamber torunu için zindandan farksız bir hale gelmişti.
Ne Hicaz’a geri dönebiliyor ne de azılı düşmanların kuşatmaya aldığı Fırat’ın bir damla suyunu içebiliyorlardı. Allah’ım bu nasıl bir imtihandı.
KERBELA’DA SUSUZLUK.
Muharrem ayının sekizinci günüydü;
Yezid ordusunun sayısını yirmi bine çıkarmıştı. Fırat ile irtibatları kesilmiş, bir damla su içmelerine bile izin verilmiyordu. Çölde bir damla suya mahrum bırakmak hangi inananın vicdanına yakışırdı. Hangi vicdan bunu Peygamber torununu geç, bir insana reva görürdü. Allah’ım, ikbal arzusu ve iktidar hırsı inanan vicdanlara neler yaptırıyordu.
Herkesin dili damağı kurumuş, çocuklar hıçkırıklara boğulmuş, anneler ağlıyordu. Hz Hüseyin’in bu durum karşısında içi parçalanıyor, gözyaşları Fırat olmuş akıyordu.
Günler dokuz Muharrem’i gösteriyordu. Ömer bin Sad kararını ve ordusuna hazır ol emrini vermişti, savaşacaklardı.
Askerlerin hareketliliği durumu anlatıyordu. Hz.Hüseyin’ in kız kardeşi Zeynep durumun farkına varmış ellerini açmış Rabbi’ ne.
‘’Allah’ım! Babamın, annemin ve ağabeyim Hasan’ın acısını yaşadım. Başımızda sadece Hüseyin var şimdi. Tek dayanağımız ve teselli kaynağımız o kaldı. O’ nun ölümüne yüreğimiz dayanmaz. Allah’ım sabır ver, sonumuzu hayreyle bu susuz çöllerde bizleri başsız bırakıp perişan etme.’’ diye dua ediyordu
Hz.Hüseyin yakınlarına şöyle sesleniyordu.
‘’ Ölümün bize yarın takdir edildiğini görüyorum, canının kıymetini bilen, ölümden korkan benimle kalmasın. Sadece canını Cennet karşılığı Allah’a satmak isteyenler kalsın. Yezid’ in istediği sadece benim. Zulüm, haksızlık karşısında canı, Canan uğrunda feda etmekten daha aziz daha şerefli bir şey bilmiyorum’’ diyordu.
VUSLAT GÜNÜ.
Tarih 10 Muharrem 680; Hz. Hüseyin geceyi huzurlu ve sessizlik içinde geçirmişti. Gün doğumunda sessizlik yerini şiddetli bir gürültü aldı.
İmam Hüseyin, çadırında yıkanıp güzel kokular süründü. Dedesine güzel kokular içinde kavuşmak istiyordu. Çadırından çıktığında, başında Allah Reslü’ nün sarığı, üstünde zırhı vardı. Önüne bir Mushaf koydu, Ömer bin Sad’ın askerlerine bir süre baktı ve sonra ellerini açıp yalvardı.
‘’Allah’ım! Üzüntü ve sıkıntıda tek dayanağım sensin. Sebepler tükendiği, arkadaş ve dost bildiklerimin beni terk ettiği bu günde yalnız senden yardım dilerim. Sadece senin rızanı istiyorum. Kimini lütfunla aziz, kimini de kahrınla zelil edersin. Bizi kereminle aziz, bizi aldatanları kahrınla zelil et.’’
Bu duadan sonra, ‘’Ey Kufeliler! dedi. Başımdaki sarık, belimdeki kılıç ve üzerimdeki zırh Allah Resulü’ nün, sevgili dedemindir. Ben O’nun varisiyim. Peygamber kızı Fatıma’nın ve amcası oğlu Ali’nin oğluyum. Ben şehitlerin efendisi Hamza’nın ve ve Cafer’i Tayyar’ın yeğeniyim. Yalan nedir bilmem, makam ve mevkide gözüm yok.’
Şimdi kuşatmaya yardıma gelen Ömer bin Sad’a soruyordu;
‘’Bir gün bundan hesaba çekileceksin, hesabını nasıl vereceğini hiç düşündün mü?’’
Ömer başını öne eğip bir tek kelime etmeden askerlerinin arasına döndü. Bu hak söz karşısında ne söyleyebilirdi.
Şimdi de kuşatmaya katılan askerlere sesleniyordu İmam Hüseyin;
‘’Sizin gibi zalimin yanında yer alan zavallılar. Peygamber torununa, Ehl-i Beyt’ e düşmanlık edenlerin sonu ne olur. Zebanilerden başka yüzünüze kim bakar sizin hiç düşündünüz mü? Gözlerinizi kin bürümüş, yürekleriniz öfkeyle kirlenmiş, siz benim vücudumu ortadan kaldırabilirsiniz ama zalime meyletmeyen, boyun eğmeyen, biat etmeyen ruhuma asla dokunamazsınız. Çünkü benim ruhum ve gönlüm göklerden gelen rızıkla beslendi. Evet ben bugün buraya ruhumun meleklerin kanatlarında göklerin derinliğine uçup gitmesi için geldim’’
Aman Ya Rabbi! ölümüne dakikalar kalan bir kişinin söylemeğe cesaret edemeyeceği sözler, İmam Hüseyin’in ağzında en ufak bir titreme dahi olmadan büyük bir Manifesto gibi Kerbela çölünde o susuz, ıssız yerlerde yanındaki ehline ve dostlarına ab-ı hayat gibi geliyordu.
Bu sözlerden sonra Ömer bin Sad daha fazla dayanamadı ve Hz. Hüseyin tarafına bir ok attı ve ‘’ Ey Kufeliler! Şahit olun ki ilk oku ben attım.’’ dedi.
Her şey belli olmuştu. İstenen İmam Hüseyin’in başıydı. Kimsenin, İmam’ın bal tadındaki sözlerinden anladığı da yoktu. Ey Ömer bin Sad! Yazık sana yarın mahşer gününde ne, o çok istediğin Rey valiliği, ne Ubeydullah ve ne de Yezid seni kurtarabilir. Ahiretini, dünyalık uğruna kaybediyorsun.
SAVAŞIN İKİ TARAFIDA MÜSLÜMAN.
Ömer bin Sad’ın ok atışıyla savaş başlamış, Yezid’ in askerleri saldırıya geçmişti. Bir değil, beş değil, tam yirmi bin asker. Bu orduya karşı koymak imkansızdı. İlk şehid Müslim bin Evsec oldu. Ardından Abdullah bin Umeyr ve Aliyyü’l Ekber’ Ehl-i Beyt’ten ilk şehid olan isimdi Ali.’’ Ben Ali’nin torunu Hüseyin’in oğluyum’’ son sözleri olmuştu. Henüz yirmili yaşlardaydı. Şehit etmişlerdi Ali Ekber’i.
Kerbela meydanında savaş naraları atılıyor, atlar kişniyor, kılıçlar şakırdıyor ve oklar vınlıyordu. Hz. Hasan’ın oğlu Kasım amcasını bir an olsun yalnız bırakmamış daha 13-14 yaşlarında, oyun çağında ki bu yavru savaş meydanında zalime kafa tutuyordu.
Kasım’ ın etrafını yüzlerce gözü dönmüş cani sarmıştı. Kasım üç beşini def etti ama başa çıkılacak gibi değildi.
Günlerce Kerbela çölünde susuzluktan bitap düşen vücudu dayanamadı daha fazla ve aldığı oklarla Ehl-i Beyt’ ten biri daha şehitler kervanına katılıyordu.
DEDESİ YÜCE NEBİ’DEN GEL ÇAĞRISI.
Tam 71 yakınını kaybetmişti İmam Hüseyin Kerbela’ da. Yalnız başına kalmıştı bu eza ve bela çölünde. Büyük bir ordu vardı karşısında. Şehit düşen kardeşleri akrabaları ve sevenlerinin acısı yüreğini dağlıyordu. Tatmadığı acı kalmamıştı koca İmam’ın.
‘’Gel Hüseyin’im gel, sana layık değil dünya saltanatı. Ebedi saltanatın namzedisin sen, geçici makamların değil’’
Kerbela sıcaktan ve susuzluktan kaynıyordu. İmam Hüseyin’i Cennet’e çağırırken, Yezid ve adamlarını Cehennem davet ediyordu.
Herkesle vedalaştı İmam Hüseyin. Gözyaşlarını yüreğine akıtarak.
Zeynep, Ümmü Gülsüm, Rübab, Sekine, Fatıma, Safiye, Ümmü Hani, Atike….
Zülcenah adlı atına bindi İmam Hüseyin ve Yezid’ in ordusunun üzerine yürüdü.
Yalnız değildi Hüseyin, başında bir nur halesi, melekler etrafını sarmış, dedesi Hz Muhammed Mustafa ( s a v ) oraya teşrif etmişti.
İmam Hüseyin, karşısına çıkan sözde iki mahir askeri yere serince diğer askerleri bir korku sardı. İki damla su içebilseydi. Ahh susuzluk dizde derman bırakmamıştı. Karşına çıkan kimseyi göremeyince Fırat’a doğru atını mahmuzladı. Askerler; ‘’Eğer Hüseyin su içerse onu zapt etmek zor olur, artık onunla baş edemeyiz’’ in derdine düştü. Engel olamadılar. Kavuşmuştu Fırat’a, değil birkaç avuç su, Fırat’ı içse söndüremezdi günlerdir çektiği susuzluğu.
İmam Hüseyin Fırat’a eğilmiş avucunu suya daldırmış tam su içecekken, bir ok gelip damağına saplandı. Dudaklarından fışkıran kan Fırat’ın gözyaşlarına karıştı.
Dedesi Hz. Muhammed (s a v ) in öptüğü o dudaklardan şimdi kanlar akıyordu. Artık dizlerinde derman kalmamıştı. Yere yığıldı. Yezid’ in askerleri bu duruma seviniyorlardı.
Ne duruyorsunuz, bitirsenize işini diye haykıran şeytanlaşmış Şemir’ di.
Allah’ım susuz bu çöllerde Kerbela’ da su yağması gereken yerde, yağmur yerine gökten oklar yağıyordu. Daha okları vücudundan çıkartmaya çalışırken, bu sefer de kılıç darbeleri geliyordu İmam Hüseyin’in mübarek vücuduna.
Ordu komutanlarından Şemir bin Zilcevşen, kılıcıyla bir darbe indirdi koca İmam’ın boynuna. İkinci darbe Sinan bin Enes en Nehai’ den gelmişti.
Bu darbelerden sonra İmam Hüseyin’in başı gövdesinden ayrılmış ve Kerbela çöllerini Ehl-i Beyt kanıyla sulamıştı.
İmam Hüseyin artık şehitler kervanına katılmış, zalime karşı kendini kurban etmişti.
Artık Fırat ve Kerbela kızıla boyanmıştı. Ehl-i beyt kanıyla boyanmanın acısı Fırat ve Kerbela’ ya kalmıştı. Belki de o zamandan kıyamete kadar dökülen bu kan, oralardan hiç eksik olmayacak, o toprakların yüzü bir daha hiç gülmeyecekti.
Bu gün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar,
Bu gün eyyam-ı matemdir, bu gün ab-ı revan ağlar.
Bu gün evladı Haydar, hem dahi ahfad-ı Peygamber,
Döküldü gül gibi yerler yüzüne, asuman ağlar. (Alvarlı Efe)
SONUÇ OLARAK.
Ağıtlar yakıldı o günden bu yana. Kerbela içimizi yakan ve kıyamete kadar da inananların unutamayacağı elim bir olay olarak tarihte ki yerini aldı. Lakin Kader noktasından hadiseye bakıldığında, bir facia değil, Cenab-ı Hakk’ın Celal ve Cemal sıfatlarının tecelli ettiği görülür. Allah Teala; zulmedenlere Celal sıfatıyla, zulme direnenlere de Cemal sıfatıyla tecelli etmiştir. Yani yine inanan ve zalime baş kaldıranlar kazanmıştır.
Kerbela; kahrın ve lütfun tecelligahı olmuştur. İmam Hüseyin ve taraftarları orada, Cenab-ı Hakkın lütfuna mazhar olmuşlardır. Onlara zulmedenler ise Allah’ın kahrına mazhar olmuşlardır.
Hz. Hüseyin’in geçici saltanatı ve hilafeti yerine, Alevi – Sünni tüm inananların kalbinde kıyamete kadar sürecek manevi saltanatına oturmuştur. Böylesine manevi bir saltanat kazandıran olaya ‘’ facia ‘’ değil. Cenab-ı Hakk’ın Ehl-i Beyt’e bir lütfudur demek daha doğru olur.
Not: Yazının hazırlanmasında istifade edilen eser: İnci Mercan/Salih SURUÇ
ALLAH cc razı olsun
Mükemmel anlatım
Yureğinize sağlık
teşekkürler
Boğazım düğümlendi denir ya bu yazıyı okurken aynen öyle oldu hocam
teşekkürler