Hz. MUAVİYE VE OĞLU YEZİD

Hz. Muaviye kimdir? Yezid nasıl Halife olmuştur?

Yazar, Abdurrahim hoca.

Hz. Ali’nin şehadeti ve Hz. Hasan’ın lehine hilafetten feragat etmesiyle, iktidarı kendi soyundan devam ettirme arzusuyla planlarını yapmaya başladı Hz. Muaviye.

Etrafındakiler de bu hevesine destek verince vefatından önce oğlu Yezid’i veliaht ilan etti ve halktan onun için biat almaya başladı.

Yezid’i veliaht ilan ettiği, ülkede duyulunca, kimileri mektupla, kimileri yüz yüze konuşarak yaptığının doğru olmadığını söylediler Hz. Muaviye’ye. Bunlardan biri de Hz.Eyyub El Ensari (Halid bin Zeyd ) idi. Duruma dayanamayıp o yaşlı haliyle Medine’den kalkıp Şam’a gitti ve Hz. Muaviye ile aralarında şu diyalog geçti.

‘’ Ey Muaviye! Allah’tan kork ve Yezid’i halife bırakma!’ diyerek uyardı.

‘’ Ey Eyyub seni sever sayarım, görüşlerini de önemserim, lakin hilafet için adı geçenler, halifelik yapmış olanların evlatlarıdır ve Yezid’de benim evladımdır.

‘’ Ey Muaviye! Yoksa sen kendini o halifelik yapanlardan, oğlunu da onların oğullarından üstün mü görüyorsun?’’

‘’Haşa’’ dedi Muaviye. Benim muhalefetim Hz.Ali’nin yönettiği siyaset anlayışına oldu.

‘’Ama onların hiç biri Hz.Ali dahil kendi oğullarını halife olarak atamadı.’’

Bu çok zor bir soruydu, Muaviye için ama yine fikrini değiştirmedi ve ben alimlerime, valilerime danışarak bu kararı aldım ve değişmeyecek cevabını verdi.

Eyyub Ensari Muaviye’nin kararının değişmeyeceğini anlayınca;

‘’Müslümanlar oğluna pek makbul biri gözüyle bakmıyorlar’’ dediğinde;

‘’Hataları olabilir ama devlet yönetimine gelip sorumluluk alınca düzeleceğine inanıyorum’’ sözüyle o yaşlı sahabi’nin sözünü dinleme yerine hatasında ısrar ediyordu.

Kendinden önceki dört Raşit Halife’nin de evlatları vardı ama hiçbiri kendi evladını halife olarak atamamış biat istememişti. Kaldı ki bu evlatların hepsi takva sahibi halk nezdinde hüsnü kabul görmüş kimselerdi.

Yezid’in halife ilan edilmesi, İslam tarihinde önemli bir kırılmanın ilk habercisiydi. Bu uygulama ile İslam coğrafyasında yeni bir dönem, yani Emeviler dönemi başlamış oluyordu artık. Bundan böyle bir süre İslam devletinin başında, şurasız, meşveretsiz ve baba tarafından atanan sultanlar olacaktı.

Kufe, sevgili babası Hz. Ali’ nin hilafet merkezi olarak seçtiği yerdi. Babasını da orada şehit vermişti Hz Hüseyin ( r a ). Halkta kendisini seviyordu. Buna rağmen orayı terk etmiş huzur bulacağına inandığı sevgili dedesinin şehrine nurlu şehir Medine’ye gelip yerleşmişti.

Hz. MUAVİYE’ NİN ÖLÜMÜ VE YEZİD’İN HALİFE OLUŞU.

Hz. Muaviye seksen yaşına gelmiş ve ölümün ensesinde olduğunu hissediyordu. Yattığı yerden oğlu Yezid’e vasiyet ediyordu.

‘’ Oğlum! Sana çok zorluklardan geçerek hazineleri dolu, mülk ve serveti sınırsız bir iktidar bırakıyorum. Yaşamına dikkat et. Kendine çeki düzen ver. Kırk seneyi aşkın hilafetim içinde iki şehir halkından çekindim ve senin için biat alamadım. Onlar Mekke ve Medine şehirleridir. Özellikle Ali bin Ebi Talip’in oğlu Hüseyin’e sert davranma. Zira Hüseyin bizim akrabamızdır ve hakkı gözetilmesi gereken müstesna bir insandır.

Hz. Muaviye bu vasiyetinin üzerinden çok geçmeden (M:680) yılında vefat etti. Böylece Hz Muaviye, Hz.Ali’ye biat etmeyip hilafetini ilan etmesi yanlışına, oğlunu veliaht tayin ederek bir yanlış daha eklemiş oluyordu. Yezid akıllı, zeki ve kurnazdı ama fasık ve habis ruhlu bir adamdı.

YEZİD’İN HIRSI.

Yezid ahlaki zaafları olan, faziletten yoksun, sorumsuz bir adamdı. Kadına, şiire ve müziğe düşkünlüğü vardı.

Devran dönmüş ve İslam devletinin başına o makamı hiç hak etmediği ve ehil olmadığı halde Yezid geçmişti. Saltanat koltuğuna oturduğu halde kafası rahat değil ve Hz. Hüseyin’ in varlığından rahatsız oluyordu.

Halbuki güç ve kuvvet ondaydı. Mal – mülk ve servet ondaydı. Neyin telaşıydı bu. Neyin endişesini yaşıyordu.

Babası ona maddi makamı devretmişti ama Yezid insani ve İslami birçok değerden yoksundu. Babaların evlatlarına bıraktıkları maddi miras, bazen evlatların manevi sefalet ve felaketine sebep olabilirdi.

Gerçek iktidarı (Allah Resulü gibi) gönüllerde baskısız, riyasız ve ruhları Cennet kokan nefesiyle ayakta tutacak biri vardı yeryüzünde, o da Hz. Hüseyin’ di. Bütün kaygı ve endişesi ondandı.

İKTİDAR HIRSI EHL-İ BEYT KELLESİ İSTİYOR.

Hicaz bölgesinde, Basra’ da, Kufe’ de yaşayan Müslümanların gönlü Yezid’de değil Hz. Hüseyin’ de idi. Allah Resulü’nün torunu Ali Beyt’ ten Hz. Hüseyin’ e karşı saygı ve sevgi vardı. Dedesi Hz. Muhammed, maddi kılıçla değil iman ve Kur’an’ ın manevi kılıcıyla insanların gönlünü fethetmiş 23 sene gibi kısa bir sürede muazzam bir devlet kurmuş ve devletin maddi – manevi gücünü o dönemde dost ve düşmana kabul ettirmişti. Hz. Hüseyin dedesinin varisiydi. O (sav) nun yolunda ilerliyordu.

Müslümanların sevip saydığı bir diğer isim de Peygamber Efendimiz’in halasının torunu Hz. Abdullah bin Zübeyr’di. O’nunda Müslüman toplum üzerinde çok önemli bir yeri vardı.

İşte Yezid’in yüreğine korku ve kuşku salan bu iki yüce kametti. Hicaz bölgesinin iktidarı için o iki ismi her zaman potansiyel bir tehlike olarak görüyordu. Bu nedenle Şam Camii’ nde halktan biat alır almaz, ilk işi Medine valisi Velid bin Utbe’ye mektup yazmak oldu. Mektubunda şöyle diyordu;

‘’Hüseyin bin Ali, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Ömer ve Abdurrahman bin Ebu Bekir’den derhal benim adıma biat al. Biat’a yanaşmazlarsa zor kullan. Baktın olmadı boyunlarını vur. Sakın bu konuda gevşeklik gösterme ve merhametli davranma!’’

Allah’ım bu ne hırstı. İktidar uğruna biat etmedi diye Peygamber torununun kellesi isteniyordu ki zaten iktidar kendisindeydi.

EHL-İ BEYTE OLAN DÜŞMANLIK.

Mektup Vali’yi iki ateş arasında bırakmıştı. Kendisi Yezid’in emiri (vali), diğeri Peygamber torunu Hz. Hüseyin’e duyduğu saygı ve sevgi. Mektuptan kimseye bahsetmeden beklemeye geçti, ağırdan aldı. Yezid vakit kaybetmek istemiyordu. Vali’den haber gecikince ikinci mektubu yazıp gönderdi.

‘’Yezid bin Muaviye’den Medine Valisi Velid bin Utbe’ye:

‘’Bundan böyle mülkümde sadece benim emrim ve talimatlarım geçerlidir. Yüce Allah dünyaya nizam vermeye beni memur kılmıştır. Zengin – fakir, küçük – büyük herkesin beni ibadette İmam, itaatte halife bilmesi ve bana boyun eğmesi lazım. Bundan önce gönderdiğim mektubuma cevap alamadım. Emrimi şu ana kadar neden yerine getirmedin? Eğer sözünü ettiğim kişilerin inat edip biat etmeyecekleri karar altına alınmışsa, bu bana karşı apaçık bir isyandır. O zaman üçüyle uğraşmaktan vazgeç. Zaten nerede olurlarsa olsunlar benden kurtulamazlar ve cezalarını veririm. Şimdilik Hüseyin bin Ali’ nin ortadan kaldırılması benim için yeterlidir. O yaşamaya devam ederse dünya devleti benden ayrılır ve O’na döner. Onun için bir an evvel Hüseyin bin Ali’ yi katledip başını bana göndermelisin.’’

Yezid’in niyeti belli olmuştu. Daha saltanatının ilk günlerinde Hz.Hüseyin ve sevenlerine şiddet ve baskı yapacağını, gönderdiği mektupla ortaya koymuştu. Halbuki babası ona, Hüseyin akrabandır, O aynı zamanda Ehli Beyt’ tir, ümmetin sevdiği kişidir, ona sert davranma diye vasiyet etmişti. Ne yazık ki Yezid hırsla dolmuştu. Niyeti yıllardır özlemini duyduğu Emevi oğulları saltanatını kurup ülkede at oynatmaktı. Bunun içinde önündeki engelleri kim olursa olsun gözünü kırpmadan temizlemek gerekiyordu. O yüzden babasının vasiyetini unutmuş, ülkede huzur ve barış isteyen samimi insanların uyarılarına da kulağını tıkamıştı.

Mektubu okuyan Vali çaresiz kalmışcasına, Halife Yezid’in emrini yerine getirmek ve biatlarını almak için Hz. Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr’i görüşmek üzere yanına çağırdı. İkisi de davet edilme sebebini çok iyi biliyorlardı ve ikisi de canları pahasına Yezid’ e biat etmeyi düşünmüyorlardı. Hz. Abdullah bin Zübeyr bir yolunu bulup Vali ile görüşmeye gitmeden gece vakti Mekke’ ye gitmek üzere Medine’den ayrıldı.

Medine valisi Velid, Hz Hüseyin’e gizlice bir mektup gönderdi.

‘’Ey Allah Resulü’nün evladı! Allah beni senin gibi bir mana sultanına zarar vermekten ve kötülük yapmaktan korusun. Mübarek ruhunun incinmesini istemem. Yezid’in talimatıyla yerine getirmeyi geciktirdiğim yada bundan kaçındığımı düşünüp bu aziz şehre zalim bir vali göndermesinden korkuyorum. O zaman da hazırlıksız yakalanabilir ve buradan ayrılmaya fırsat bulamayabilirsin’’

Belli ki bu mektupla Vali, Hz. Hüseyin’ e ‘’fırsat elindeyken bir an evvel Medine’den uzaklaş’’ demek istiyordu.

Hz.Hüseyin artık Medine’de rahat yüzü görmeyeceğini anlamıştı. Babası’nın Taif’e sürgün ettiği Medine’nin eski valisi Mervan ve Yezid rahat bırakmayacaklardı kendisini.

Karar vermişti Medine’den ayrılacaktı. Önce Mekke’ye gitti. Burada halkla iç içe zaman geçirdi ve Yezid’in zulmünü insanlara anlattı.

‘’Ben daha çocukken hissiyatıma engel olamayıp Halife Ömer (ra) gibi bir büyüğüme dedemin minberinden in demiş bir adamım. Şimdi bu zulme nasıl susarım’’ diyor, Emevi saltanatının zulmüne karşı olduğunu insanlara haykırıyordu.

Mekke halkı Hz.Hüseyin’in etrafında kenetlenmiş büyük bir sevinç yaşıyorlardı. Lakin bu sevinç fazla sürmedi. Halkın Hz.Hüseyin’e olan bu sevgisi Mekke Valisi Amr bin Said bin As’ı korkuttu. Derhal durumu Yezid’e;

‘’Mekke halkı her geçen gün Hüseyin’in etrafında toplanıyor, tedbir alınmazsa bu hepimiz için tehlike olur bilmenizi isterim’’ diye mektup gönderip durumu haberdar etti.

Bu rahatsızlığı ilk duyanlar Kufe halkı olmuştu.

KUFELİLERİN ÇAĞRISI:

Kufeliler Muaviye’ye ve sonrasında da oğlu Yezid’e biat etmemişlerdi. Hz.Hüseyin (ra) e yüzlerce mektup gönderdiler. Biz Hüseyin’i çok seviyoruz. Başımızda onun gibi birinin bulunması bizim için şereftir. Hilafet makamına layık olan o dur diyorlardı.

Hz. Hüseyin (ra) mektuplardan sonra Mekke’ de kalmanın da sıkıntı olacağını düşünerek Kufe’ ye gitmeye karar verdi. Ancak yola çıkmadan önce birini elçi olarak göndermenin uygun olacağını düşünerek bu göreve amcası Akil’in oğlu Müslim’i tayin etti. Müslim de babası Akil gibi cesur, yiğit ve güvenilir biriydi.

Hz Hüseyin, Müslim’e ‘’Ey amcam oğlu! Bu mektubumu Kufeliler’e götür, onları dinle, durumu değerlendir. Senin vereceğin rapora göre hareket edeceğim diyerek Müslim’i Kufe’ ye elçi olarak gönderdi.

Müslim Kufe’de ki geçirdiği süre zarfında kendinde oluşan duygu ve bilgileri, Hz Hüseyin’ e gönderdiği mektupta şöyle ifade ediyordu.

‘’Kufe halkının Emeviler’le hiçbir bağının bulunmadığını gördüm ve anladım. Yüreklerinde Emevilere ve Yezid’e karşı sadece kin ve öfke var. Hepsinin gönlünde sen varsın. Şu ana kadar sana biat eden Kufeli sayısı on sekiz bini buldu. Vakit geçirmeden derhal gelmenin uygun olacağını düşünüyorum’’

Hz, Hüseyin kesin kararını vermişti. Kufe’ ye gidecekti. İbn Abbas bu kararından vazgeçirmeye çalışıyordu Hz. Hüseyin’i.

‘’Amcamın oğlu kararında bir değişiklik yokmu‘’ dediğinde;

‘’Bu karar bana dedemin emridir. Asla vazgeçmem’’ dediğinde

‘’Nasıl yani’’ diye hayretle soruyordu İbn Abbas ve cevap veriyordu Hz. Hüseyin (r a)

’’Rüyama teşrif edip Kufe’ ye gitmemi emrettiler. Ötesini söylemem. Rabbim’e kavuşana kadar da kimse ötesini bilmeyecek ‘’ diyordu.

İbn Abbas yalvarıyordu, ’’Etme Hüseyin, gitme Hüseyin, Ey amcam oğlu! Gideceğin yerde helak olursun. Kufe’ lilerin ne kadar gaddar, menfaatperest ve dönek olduklarını en az benim kadar sende bilirsin. Bu gün seninleyiz derler yarın sıkışınca kılıçları sana döner.’’ diyordu. Ama Hz. Hüseyin (ra) ‘’Ey İbn Abbas! Biliyorsun ki ben rahatımı değil, Müslümanların huzur ve selametini istiyorum’’ diyordu.

Bari aileni götürme diye ısrar edince ; onlar için de emir aldım cevabını veriyordu. Kader, planını Kufe’ye göre örüyor, Hz.Hüseyin ve ailesi bu kadere göre hareket ediyordu.

HÜSEYİN ( BABİL ) IRAK TOPRAKLARINDA ŞEHİT EDİLECEK.

Abdullah bin Ömer’de bu durumu şöyle izah ediyordu.

‘’Irak’a gideceğini duydum. Bana Aişe annemiz söyledi, O da Allah Resulü’nden duymuş. Hüseyin Irak topraklarında şehit edilecektir. Uzun zamandır bunu bilip de söylemiyordum üzülürsün diye. Söylemezsem vicdanen rahatsız olurum. Göz göre göre ölüme gidilmez. Kufelilerin sözüne inanıp Irak’a gitmen doğru değil.

Gitme Hüseyin, Kufelilerden ne babana ne kardeşine hayır gelmedi, sana da gelmez gitme. Senin helakin sadece bana değil bütün ümmete acılar yaşatır gitme diye yalvardım, ama bana kufelilerden gelen mektupları gösteriyordu.

VEFASIZ KUFELİLER.

Müslim’den gelen olumlu rapor hak hakikat davasında yalnız olmadığına sevindirmişti Hz. Hüseyin’i. Ailesi ve kendisiyle gitmeye karar veren akrabalarına hareket için haber verdi. Düşündüğü tek şey İslam ülkesinin huzur ve geleceğiydi.

Hz. Hüseyin bir an önce Kufe’ ye varmak için acele ediyordu. Çünkü mutlaka Yezid’in duyup tedbir alacağını düşünüyordu. Öyle de olmuştu. Yezid, Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyad’ı Kufe’ ye göndermiş ve Ubeydullah çoktan terör estirmeye başlamıştı bile.

Ubeydullah korkusu, Kufe’ ye bir kara bulut gibi çökmüştü. Bulut’tan ölüm ve zulüm yağacağı belliydi.

Müslim ise devamlı yer değiştirerek durumdan haberdar olmak istiyordu ama durum hiç o kadar da iç açıcı değildi. Kufe’ lilerin bir kısmı vaat edilen ihsanlara kapılıp susmuş, bir kısmı da korkudan saf değiştirmişti. Biat eden on sekiz bin kişiden sadece üç yüz kişinin kaldığını öğrenince hayal kırıklığına uğradı.

Ubeydullah kah vaatle kah zor kullanarak halkı sindirmişti. Kufe halkı bir kez daha verdikleri sözde durmamış ve ihanetlerini ortaya koymuşlardı.

Ubeydullah, Müslim’i öğrenmiş ve adamlarıyla onu önce esir alıp sonra da öldürmüştü ve böylece Hz. Hüseyin’in yanındakilerin kanı ilk olarak dökülmüştü.

Müslim, Vali Ubeydullah tarafından şehit edilmeden önce Hz. Hüseyin’ e bir mektup yazıp Kufe’ ye gelmemesini haber verceğim dediğinde, bizde istemiyoruz zaten gelmesini o yüzden mektuba müsaade ediyorum demiş ve Müslim’de ‘’Sakın Kufe’ye gelme ,Mekke’ye dön’’ içerikli bir mektubu yazmıştı.

Hz. Hüseyin Sa’lebiyye denilen çölün ortasında aç, susuz kaldığı bir zamanda Müslim’in mektubu eline ulaştı.

Ne yapacaktı bundan sonra ne yapmalıydı? Kufe yine ihanet içindeydi.

Kaderi O’nu çekip getirmişti buralara. Kader Ehl-i Beyt ve sevenleri için ağını örmüştü.

Kararlıydı Hz.Hüseyin dönmem diyordu. Yolda katılanların bazıları geri dönse de üzülmedi.

Hz.Hüseyin’in yaklaşmakta olduğu bilgisini alan Vali Ubeydullah; Hur bin Yezid’i çağırıp emrine bin asker veriyorum. Hüseyin ve yanındakilerin önünü kesmek için yola çık. Onları suyu olmayan, ağaçsız ve ot bitmeyen bir yerde kuşatma altına al. Geri de dönmesin bir yere de gitmesin.

Hur bin Yezid, bu emri yerine getirdi ve KERBELA denilen yerde Hz. Hüseyin ve yakınlarını kuşatma altına aldı.

NOT: Değerli okuyucularım; yazı tarihsel bir olaya tanıklık ettiği için kısa kesip konunun tam anlaşılamayacağı endişesiyle Kerbela , Hz Hüseyin ve Ehl_i Beyt’in şehadetlerini bir sonraki yazımda anlatmayı uygun buluyor, yüksek hoşgörünüze sığınıyorum.

You may also like...

4 Responses

  1. Selçuk Arslan dedi ki:

    Çok guzel anlatmışsınız
    Yüreğinize Sağlık
    Son bölümü sabırla bekliyoruz.

  2. İmran Solmaz dedi ki:

    Allah razı olsun çok güzel bir anlatım.Muharrem ayı içinde bu bilgileri yenilemek çok yerinde olmuş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir